Sürü (1979) Filmi
İki aile arasında çıkan kan davası Halilanlar ve Veysikanları ikiye bölmüştür, sayıları bir hayli azalan aileler maddi olarakta yıkılmışlardır. Önlerindeki mevsim olan kışın gelmesinden korkar yakacakları bile olamasının derdine düşmüşlerdir. Yapmaları gereken , geçimlerini sağladıkları tek varlıkları olan koyunlarını Ankara’ya götürüp satmak ve elde ettikleri gelir ile başlarının çaresine bakmaya çalışmaktır. Bu fikri hayata geçirip, Ankara treninden yeterli sayıda vagon kiralar ve hayvanlarıyla birlikte yola koyulurlar.
Ailenin gelini Berivan da onlarla gitmektedir. Ne var ki, ailenin reisi Hamo , gelini Berivana nefret beslemektedir. Bunun nedeni, Berivan’ın Halilanlardan olmasıdır. Berivan, aileler arasındaki kan davasının sona ermesi için Veysikanlara gelin gelmiştir. Ancak, yaptığı doğumlarda 3 çocuk ta ölü doğunca, kayınpederi Hamo onun uğursuz olduğuna kanaat getirmiştir. Hatta, Hamo, başlarına gelen bütün kötülüklerden artık gelinini sorumlu tutmakta ve ona karşı büyük bir düşmanlık hissetmektedir. Hamo’nun nefret ve düşmanlığı, Berivan’ın psikolojisinde derin bir tahribata neden olmuştur. Yaşadığı travmaların ardından, Berivan yıllardır tek bir kelime bile konuşmamaktadır. Film boyunca hep susacak hiç konuşmayacaktır.
Berivan’ın kocası Şivan ise, karısına aşıktır. Ayrıca, Şivan, hem aile içindeki bu gerginlikten hem de babası Hamo’nun kendilerine ve Halilanlara yönelik inatçı ve uzlaşmaz tavırlarından bıkmış ve babası ile yollarını ayırmaya karar vermiştir. Koyunlar satıldıktan sonra sermayedeki payını alacak ve karısını Ankara’da tedavi ettirecektir.
Şivan, bu kararını babasına açtığında, Hamo, oğlunun bu niyetini büyük bir saygısızlık olarak yorumlar. Dahası, oğlunun, gelini Berivan’ın tesirinde kaldığı için böyle davrandığını düşünür.
Tren yolculuğunun başlamasının ardından, ailenin başına gelen kötü olayların biri diğerini takip eder. Koyunların konduğu vagonlarda önceden zehirli ilaçlar taşınmıştır. Bu nedenle koyunlar birbiri ardına ölmeye başlar. Tren yolu idarecileri, bu durumu dikkate almayacak ve ailenin koyunlarına ilgili vagonları tahsis edecek kadar sorumsuz ve ciddiyetsizdirler. Koyunlar ölmeye başladıktan sonra dahi, bu konuda bir şey yapmazlar. Aile ölümlerin nedenini anlayamaz. Hamo ise, koyunların ölümünü Berivan’ın Halilan ve dolayısıyla da uğursuz oluşuna atfeder.
Yolculuğun ilerleyen safhalarında koyunların bir kısmı da sakatlanır. Bunun nedeni, aldıkları bir koyunluk rüşveti yeterli bulamayan tren memurlarının kasten ani frenler yaparak vagonlardaki koyunlara zarar vermeye çalışmalarıdır. Çaresiz kalan aile, sakatlanan koyunların bir kısmını daha rüşvet olarak memurlara verirler. Neticede, yolculuk sona erip de Ankara’ya geldiklerinde, elllerindeki koyunların önemli bir kısmı telef olmuştur. Ankara’daki hayvan satışı için anlaşılan adam koyunlara istenen parayı vermemesi ise, aileye son bir mali darbe vurur. Hem hamo, hem de payını alarak karısı Berivan’ı tedavi ettirmeyi düşünen Şivan çaresiz kalır.
Bu noktada, Berivan arkasından dönen tezgahlara dayanamaz hastalanır ve çok geçmeden ölür. Ancak, gelininin ölümü dahi Hamo’nun ona yönelik tavrını değiştirmez. Hamo, yaptıklarından ötürü herhangi bir pişmanlık duymaz ve hatta özür dilemek ve acısını paylaşmak bir yana, oğlu Şivan’a çıkışmaya devam eder. O esnada orada bulunan birinin Berivan hakkında ileri geri konuşması üzerine Şivan öfkeden tamamen kontrolünü yitirir ve adamı boğarak öldürür. Bunun üzerine, adamın yakınları Şivan’ı linçe kalkarken polis gelir ve Şivan’ı yakalar ceza evine gönderir.
Berivan’ın trajedisi ise, öldükten sonra dahi sona ermez. Şöyle ki, Şivan ve Berivan, Ankara’ya geldiklerinden beri Şivan’ın arkadaşı Sıddık’ın ileride kapıcılığını almayı umduğu bir apartmanın inşaatında gecelemişlerdir. Berivan, bu inşaattaki bir odada ölmüştür. Şivan korkuluklar ardına tıkıldıktan sonra Berivan’ın cesedi sahipsiz kalınca, Sıddık, Hamo’dan cenazeyi alıp götürmesini ister. Ancak, Hamo, Berivan’ın cenazesiyle ilgilenme konusunda isteksizdir. Halilanlara bir telgraf çekip bu işi onlara bırakma düşüncesindedir. Hamo’nun konuyu savsaklaması üzerine, Sıddık başının derde gireceğinden korkarak telaşa kapılır ve korkusunun tesiriyle cesedi yerlerde sürükleyerek inşaattan uzaklaştırmaya çalışır.
Film, insanların bencilliklerine,başkalarının acılarına duyarsızlıklarına, zorluğa düşenlere yardım etmek yerine bu durumlarını istismar etme eğiliminde olmalarına ve genel anlamda empatiden yoksun olmalarına dair farklı örneklerle dolu. Bu örnekler, dünyaya öfke ve nefretle bakan, gerçeklikten uzak ve dolayısıyla da laf anlatılması pek mümkün olmayan bir insan olan Hamo’nun tavırlarından ibaret değil.
Örneğin, ailenin genç üyesi Sülo , pespaye bir adamın sattığı sakat bir genç kızla birlikte olur. Ancak kız, Sülo’nun biriktirdiği bütün parayı çalar. Sülo ise, bu parayı zaten dağ başında bulduğu tarihi eserleri ederlerinin çok altına bir fiyata satarak “kazanmıştır”. Filmde, memurlar işlerini profesyonelce yapmazlar. Üstelik, sadece rüşvetçi değil, acımasızdırlar da. Başkalarının sahip olduklarının onlar için ne kadar değerli olduğunu umursamadan mallarına zarar verir, bunu bir eğlence olarak görürler. Bir diğer örnek ise, yılışık tavırlarla bir başkasının cenazesine dil uzatan bir adamdır. Halbuki bu adam, ölen kişiyi hiç tanımamaktadır. Özetle, başkalarının dertleri, filmdeki insanlar için ya bir istismar/menfaat fırsatı ya da alay konusudur.
Bir ülkedeki insanlara ya da hakim kültüre dair rahatsız edici gerçekleri tasvir etmek, Türkiyeli sanatçılar için kuraldan ziyade istisna durumunda. Sürü, hem bu yönüyle, hem de ataerkil aile düzenine getirdiği eleştiriler itibariyle dikkate değer bir yapım. (Yılmaz Güney filmlerinden Duvar ve Düşman da, insanların istismarcılıklarına olan vurguları itibariyle Sürü ile çerçevede değerlendirilebilir.)
Film hakkında kısa eleştiri;
Sürü’yü Yılmaz Güney’in magnum opusu sayılan Yol ile aynı kalibrede kabul edilebilecek, önemli bir yapım. Ancak böylesine dikkate değer bir film bile, seyircinin adeta gözüne sokarak ve hikayenin akışını zorlama pahasına ideolojik mesaj vermekten geri duramıyor.
Filmin bir sahnesinde, Sıddık’ın muhtemelen lise çağında olan oğlu, Şivan’a ve babasına bilmiş tavırlarla siyaset dersi veriyor: “Toplumda sınıflar var. Çalışan emekçi sınıflar; bir de çalıştıran hakim sınıflar. Burjuvalar, sermayedarlar. Bu adamlar nasıl yapıyorlar sermayelerini? Seni, onu, emekçi sınıfları çalıştırıp sömürerek!” Bu cümleler, senaryonun genelinden kopuk. Dahası, bir düşünceyi hikayenin içinde izleyiciye aktarmak yerine genç bir çocuğa nutuk çektirmek, böylesine iyi bir filmi ucuzlaştırıyor.
Ancak Bu film Uluslararası Sutherland Trophy ödülüne layık görülmüştür.